30 Mart 2011 Çarşamba

Kaplan-cık

"....ama perdelerimi kaldırdığımda kaplan gibi bir insanımdır.."
 Uzun bir yolculuktan sonra şehrime geri döndüm. Yolculukları çok severim ben. İnsanlara bakar içlerindeki hayvanları görürüm. Pek çoğu gizlemez zaten, salar büyük başlarını bulunduğu her yere,ortalığı bok götürmesi de bundan mütevellit. Neyse ne demişler insanın kendi hayvanları gibisi yok.
Yollar camımda akıp giderken daha ferhundeyi işe almadığım zamanları düşündüm ve aklıma hala anlatmadığım kaplancığımın hikayesi geldi. Biraz ondan bahsedesim var bu akşam.
Bir üç beş sekiz sene önce, ruhumda boşlukların ilk açılmaya başladığı zamanlarda çok çizerdim. Bu isteğim büyüyünce ne olacaksın sorularına cevap olarak da yansıyordu tabi. Yaş büyüdükçe canım türkiyemin daha "meslek" meslekleri olan öğretmen,doktor,mühendis,eczacı 3+1'i empoze edilmeye uğraşıldı. Mimarlık ise E)Hiçbiri  olarak cevap anahtarıma kodlandı. Babamın "yapma demiyorum kızım, hobi olarak gene yap(!)" dediği çizmek, elim kolumken hobi olarak bir köşeye kaldırıldı. Bu kaplancık o dönemlere girişte ruhumdan kayıp  parmaklarımın altında hissederek çizdiğim son şey. Bir gün rastgele bir sitede denk geldiğim bir manipülasyon. Her arama motorunda kaplan yazıp bulabileceğiniz bir kare. Bakanlara sıradan gelir belki ama ben onu ilk gördüğümde aşık oldum. Açıp açıp bakardım canım sıkılınca, ama bunun yetmediğine karar verdim ve siyah karton üzerine kuru pastellerimle çalışmaya başladım. Bu hayatta yapmadan ölmek istemediğim şeylerin başına kaldırdım bunu koydum. Bir kaplancık sevmeden ölmeyeceğim. Daha sonra en yakın  arkadaşıma hediye ettim kaplancığımı. Bana her baktığında içimde göreceği en sevdiğim hayvanım onun elinde de olsun istedim. Görmek isterseniz siz de aşağıya bir fotoğrafını ekliyorum, orijinali zaten internette var;

evet işte oldu.

O benim sevildiğinde sırtının üzerine yatıp mırıl mırıl sesler çıkaran yanım. En güçlü olan ama oyunlar isteyen yanım. Kimseye muhtaç olmadığı için biraz yalnız olan yanım. Etrafında dolanan sinekleri kovmak için yarım gün peşlerinde koşan, sinsi oyunların kokusunu yüz metre öteden alan yanım. Bir çalılığın arkasında doğru zamanın gelmesini sabırla bekleyebilen yanım.Gözlerimi böyle dolu dolu yapabilen yanım. Merhametim, hıncım bazen hoyratlığım ve sonra pişmalığım. Bonus olarak da mükhiş parlak cildimi ve sevimliliğimi aynı kaplandan aldığımı söyleyerek şu drama havasını dağıtmayı bir borç bilirim. Ferhunde hadi müzik aç biraz The windmills of your mind dinleyesim var.


 

19 Mart 2011 Cumartesi

Bir bardak çayın eşlik edemeyeceği ruh halim yoktur

-hadi ferhunde, bir çay koy da havamızı bulalım.


Çay benim için bir yaşam biçimi diyebilirim. Peşin peşin söylemeliyim ki bununla gurur duymuyorum. Bu  beni çok az tanıyan insanların bile  2 saat içinde  fark edebilecekleri basit bir gerçek. Az önce çok canım sıkıldı,  bir bardak çay koydum kendime ve sonra düşündüm. Ben bir yerlerde geçmiş bir bir zamanda bir bardak çayın eşlik edemeyeceği ruh halim yoktur demiştim sanırım, doğru demişim. Peki neden?
Belki de bu duruma mantıklı bir sebep aramak gereksiz ama her sınav öncesi ders çalışmamak için yapılan hareketler vardır ya, yarın ÜDS olduğu için ben de bu konuya cevap bulmanın  tam zamanı olduğuna karar verdim. Zaten sayamayacağım kadar çok sebepten dolayı sıkılmalardayım. Burada okumakta olduklarınız da sınav öncesi oyalanmalar sanırım.. Madem bir iş yapıyorum tam yapayım en başından başlayayım
.

Öss zamanlarıydı. Bu dönemlerde hangimiz alışkanlıklarımızı değiştirmedik ki? (herkesin aynı halde olduğunu varsayarak kendimi rahatlatmaya çalışıyorum) bilgisayar ve cep telefonu motivasyona engel olacağı için kullanıma kapalı, geceleri testlere eşlik eden radyo dj lerinin yanına bir süre sonra yeni bir arkadaş buldum: çay.
Küçüklüğümde yurdumuzun deniz kıyısındaki küçük bir ilçesinde annemin peşinde ev oturmasından ev oturmasına -halk arasında gün diye tabir ettiğimiz- koştuğum zamanlar hariç çayla çok aram olmamıştır. Kahveyi de içersem kararırım korkusuyla ağzıma bile sürmezdim. Daha sonraları da kahvaltılda içtiğim 1 bardak haricinde hiç aramadım çayı. Ama bu sabahlamalar döneminde uyanık kalmak için yapılan gece atıştırmaları boş gitmiyordu. Çayla buluşmalarımız böyle başladı. Önce gecede 1 bardak (bu andan sonra göreceğiniz her bardak orta boyutlardaki bir kupayla eş değerdir) olan çay zamanla çoğaldı. Sinsice hayatınızda daha çok yer eden bir arkadaş gibi...  Aradan geçen her sene daha da sağlamlaştırdı yerini. Geceleri uyanık kalmak için içtiğim çay zamanla canım sıkıldığında yanıma koşar oldu; çok yediğimde sindirime yardımcı olması için (tamamen asılsız), az yediğimde midemi doldursun diye (inanırsan olur!) sağ avcuma yaslandı. Yaz geldi herkes soğuk bir şeyler içelim dediğinde ben bir çay alayım dedim. Şaşkın suratlara "çay hararet alır" açıklaması yaptım. Buz gibi havada donan ellerimi sıcak bardağin  etrafına sardım. Parmaklarımdan, dudaklarımdan, ruhuma sıcaklık akıttım. Çok gülerken de çay içtim, Çok ağlarken de. Çok ağlarken çay içilir mi demeyin. Çay demlemek öyle güzel oyalar ki insanı, eller meşgülken düşünceler organize olur. Gözden akan yaşları yüzünüze yaklaşan çayın sıcaklığı kurutur. Gel zaman git zaman kendim gibi bir arkadaş buldum. Bir Earl Grey çayın kokusuna dünyaları verdik. Ben ve bardağim ikiyken dört olduk. Renk renk bardaklarımızdan aldık ruhlarımıza koyduk. Çayımız içtikçe eksildi bardaklarda, o eksildikçe  biz çoğaldık. Çok gezdik, çok oturduk, çok konuştuk çok sustuk. Her anımızı da bir fotoğrafla dondurduk. Kadrajın görünen yüzünde hep bir bardak, görünmeyen yüzünde  bir sürü hatıra. Ve  gün geldi o hayattan mezun olduk. Zaman geçti, çaylar soğudu. Çaylar bizi masalarda bekler oldu. Ben bir çay koydum, ocakta unuttum. O bir çay koydu, bardağı başkasının eline tutuşturdu. Bakın ben bunları yazarken bir yandan onun aldığı bardakta içtiğim earl grey çay nasıl da düşüncelerimi organize etmeme yardımcı oldu. Meğersem bu gece çayım kırgınlığıma eşlik ediyormuş. Çünkü bu arkadaşım beni 1 haftadır aramıyormuş. Sağ elimi bardağımın üzerindeki deniz kızına biraz daha sarıyorum. Kırgınlığımı alsın üzerinden tüten buharla havaya karıştırsın, denizin öbür taraındaki başka bir deniz kızının ruhuna ulaştırsın.
Bir bardak çayın eşlik edemeyeceği ruh halim yoktur. eğer okumaktan hala sıkılmadıysanız nedenini de çünküyle başlayan şu cümlede bulacaksınız:
çünkü siz bardağınızı bırakmadan bardak sizi bırakmaz. Sizi bırakmayacağından emin olduğunuz başka bir şeye sahipseniz çok şanslısınız, eğer değilseniz buyrun;

-ferhunde arkadaşa da bir bardak çay koy.



4 Mart 2011 Cuma

Kürk Mantolu Füsun

bakın ferhunde yine çalışıyor. o hep meşguldür zaten.ara sıra hiç bir iş yapmadan boşluğa bakıyor gibi görünür  ama siz aldanmayın. geçmiş olayları her sesi, sessizliği, bakışı, duruşu özelden genele ve genelden özele tek tek , tekrar tekrar inceler, özümser. -oynat uğurcum- .çoğu zaman bunlarla ilgili bir yazılı rapor oluşturmaz ama gerektiğinde ısıtıp masaya koymak için dondurucuya atar. hiç beklenmedik bir anda bir melodiden, mekandan, renkten ve ya bakıştan olayı hatırlar, bulunduğu buz gibi yerden çıkarır, ısıtmaya ve tekrar düşünmeye başlar. bazen de sevdiğim adam saçma sapan bir laf eder, ben sinirlenip ferhunde'den bilinç altımın dondurucu katmanlarına gömmek istediğim konularını getirmesini  rica ederim.


-"ferhunde yazdan kalma bi maria puder mevzusu olacaktı, bu akşam masaya hazırlarsın zahmet olmazsa".


kürk mantolu füsun. aşağı yukarı iki gündür düğündüğüm şey bu. can sıkıcı etiketlemelere bir yenisi, düşüncesizlik,plansızlık, boşboğazlık ürünleri.. karakterimin ters olduğu herşey. konu aslına çok eskilere dayanıyor. 10+ bilmem kaç sayı kadar sene önce sevmeye başladığım bir adam. aşkı çok bildiğimi sandığım ilişkiyiyse hiç bilmediğim zamanlar. (ilişki: iki şey arasında karşılıklı ilgi, bağ, münasebet, temas, TDK).süreç karışık, sonuç ayrılık. hızlıca geçersek asıl konu bana hediye ettiği bir kitap.Sabahattin Ali'nin en sevdiği eseri Kürk Mantolu Madonna.okumayanlar için kitap sevip de kavuşamamayı anlatıyor. kendisini Raif Bey ile özleştiren sevdiğim -eskiden sevdiğim- adam benim de Maria Puder olduğumu söylüyor ve neden kavuşamadığımızı anlayamadığını.benim verdiğim cevapsa  Maria Puder'in ağzından şu şekilde dökülüyor.

-"..hiçbir kuvvete dayanmadan beni sürükleyebilecek bir erkek..benden bir şey istemeden, bana hakim olmadan, beni tezlil etmeden beni sevecek ve yanımda yürüyecek bir erkek..yani hakikaten kuvvetli,tam bir erkek..şimdi anlıyor musunuz, sizi neden sevmiyorum.."

Maria Puder Raif Bey'e ilk buluşmalarında "ben erkek gibiyim biraz "der. Raif Bey'in de  kadın gibi olduğunu söyler. gezegenler bu ilişkinin yürümeyeceğini bağırıyor oysa ki. Maria dimdik bir Yay, Raif ise son derece tipik bir Balık. kitap boyunca Raif Bey'e sempati duyan çok. talihsizliğine üzülen, haline acıyan. bense 160 sayfayı aklımda neden ..? sorularıyla okudum. neden daha çok çabalamıyor? neden gidip aramıyor? neden başka bir çözüm bulmuyor? neden üzerine gidiyor? neden neden neden. bana bu kitabı haline üzülüp ona sempati duyacağımı düşünerek veren adam aslında gömülü olduğu mezarın üzerine daha çok toprak attırıyor farkında değil.olay kapanıyor.

2 gün önce hayatımın geri kalanında uyandığımda  yüzünü görmek istediğim adam beni arıyor. çok kitap okumaz, yerinde kitap okuyacak kadar uzun süre duramaz çünkü. başka şeyler yapması gerekir. camdan bakmalı, koşmalı, oturmalı, müzik yapmalı yine koşmalı gibi. oradan oraya uçar, ilgisi kolay dağılır. yeni duyduğu her fikre kapılır sıkılıncaya kadar o fikri kovalar. hareketliliğini seviyorum..şu sıralar çok uzun süren oturmalar yapmak zorunda bırakılıyor ve bunları değerlendirmek için kitap okuyor. telefonu açıyorum heyecanla bana Füsun olduğumu söylüyor.
-"Füsunumsun sen, ben de Kemal'im." diyor.


derin bir nefes alıyorum. kendisini aslında sevmediğim ama bir şekilde okumak zorunda hissettiğim kitapların yazarı Orhan Pamuk yine karşıma çıkıyor. Masumiyet Müzesi tüm masumiyetsizliğiyle karşımda duruyor. uzun zamandır okumaktan kaçtığım elime geldikçe raflara geri attığım Masumiyet Müzesi. "Beşyüz küsur sayfa ama 2 günde 200 leri geçtim sen de oku" diyor. daha sonuna gelmediği kitaptaki Füsun yapıyor beni, sinirimi bozuyor. sinirimi bozduğunu bilmiyor tabiki. Masumiyet Müzesinin  kaynağının Kürk Mantolu Madonna olduğunu bilmiyor. Kemal'in  sırtında Raif Bey'in hayaletini bir pelerin gibi taşıdığını bilmiyor. bense ağlamak istiyorum. sonu iyi bitmeyecek tahmin ediyorum. Maria Puder'den Füsun'a dönüştürülüyorum. Kürk Mantolu Füsun oluyorum. "okurum, önce elimdeki kitaplar bir bitsin de " diyorum, ama mecburen alıyorum elime uğursuz kitabı. çirkin pembe sarı kapağı bile "yerinde olsam yapmazdım" diye bağırıyor. başlıyorum okumaya. daha bitmedi kitap ama iyi bitmeyecek biliyorum. o da biliyor artık. sosyal paylaşım sitelerinden "yüreğim dolu geziyorum "diyor. bana telefon açıp "Füsun değilsin sen ,ben de Kemal değilim. bilememişim. prensesim geri aldım hepsini beni affet" diye bağırmasını istiyorum. içimdeki kuşlardan biri yerde pıtı pıtı koşarken sinsice yılanlarımdan biri sokup öldürüyor çünkü  ferhundenin dikkati kitabın geri kalanında. kafasında yazdığı her sona göre a,b,c,d,e planları yapacak. birkaç gün içimdeki site sakinleri (!) çevreye zarar verecek.. dengeye ulaşana kadar sadece uyumak istiyorum.


-ferhundeeee! al şu konuyu yerine kaldır, sonra bakarız. yoruldum..

3 Mart 2011 Perşembe

İçimdeki hayvanlar

içimde bir hayvanlar alemi barındırıyorum ben. doğal yaşam alanlarından koparılmış, dar alanda kısa paslaşmalar yapan hiperaktif maymunlar, tüm gün bir camekanın arkasında yapacak başka bir şey bulamadığı için sinsi sinsi dolanan yılanlar (soğukkanlı hayvanlar olmalarına rağmen zaman içerisinde ferhundeyle sıkı bir dostluk geliştireceklerdi), mutluyken ötüşen kuşlar, kabuklu yiyecek atıldığında -allah muhafaza- alayına gidebilecek bir kaplan.bu kaplan başka kaplan. hikayesi de başka bir zaman. bütün bunların başına da biri gerekti tabiki. adı ferhunde, küçüklükten yetişme profesyonel bir hayvan terbiyecisi. aslına iki yüzlü olduğunu ben biliyorum.bu kadar hayvanın arasında hayatta kalabilmek için böyle bir karakter geliştirmiş hemen öyle ayıplamayın. çoğu zaman işini iyi yapar ama..işte bazen, beyninizde gezinen böcekleri  öldürsün diye zehir verirsiniz eline gider öldürüceğine sopayla dürter hepsini. mırıl mırıl gezinen ayak seslerinden rahatsızken siz, bir bakarsınız çift kale maç yapılıyor içinizde. ama atamıyorum işten ferhundeyi. ona muhtacım biliyor, iyi de kullanıyor bunu. çünkü ferhunde işinde gerçekten iyi. hem onu atarsam içimdeki hayvanları ne yapacağım ben? anlayacağınız burada anlatılanlar aslında ferhundenin günlük yaşamından parçalar. ve geçmişinden de. çünkü ferhunde de bir fil hafızası var. bir fil hayvanıyla büyümesinin sonucu tabiki. aslında sizin de tanıdığınız bir fil bu. bu da başka bir hikaye.bir gün onu da anlatır sizlere.